On Istanbul

By Asma

Arabic

اسطنبول 

كان الليل خُلبياً يداري وحشة المغترب ويبهج الزائر , كانت اسطنبول المكان الدافئ الذي فرد جناحه ليحتضن الغرباء تلك المدينة التي لاتعرف العنصرية والتي أكل من خبزها جميع السائحين فلا يمكن أن تقف أمام بائع سميت ولاتقول له ” بي تانة لطفاً” هذه اللطفاً التي تلطفت بنا نحن كلاجئون 

طقسها كالأم الغاضبة لاشئ يعجبها لكنها حنون تسامح تعلم أن تحت سمائها أشخاص أنهكتهم الطرقات الطويلة وتعطي فرصة أخرى للهدوء 

نحن من اعتدنا على سماء صغيرة من داخل منزلنا الدافئ نحن من اعتدنا أيام متشابهة وضحكات كثيرة كيف نخبرها أننا لم نعتد على تقلباتها وأن الركض لمسافاتٍ كبيرة  بشوارعها المنظمة متعب أكثر من التجوال في أزقة دمشق القديمة 

على اسطنبول أن تعلم أننا أنجزنا في مهارات التحدث والصبروالثبات والأمل بعد اليأس مالاتُدرسه أيّ جامعة فيها 

 كنا نقف بشجاعة عندما أجبرتنا الظروف لنقول من أين نحن ؟ ونجيب ” سوريلم” عليها أن تعلم كم صبرنا على غياب أهلنا وموت الأصحاب وكيف خذلنا الجميع 

على اسطنبول أن تعلم أن الانسان الذي بداخلنا لم يمت وأننا نملك من الإنسانية والرحمة ما يجعلنا نشتري الخبز للنوارس واطعام كلب من طعامنا والابتسامة للقطط العابرة في شوارعها والتصفيق الشديد للمواهب على أرصفتها 

الأيام ثقيلة على من ترك أرضا ووطنا خرج دون قرار منه ومع هذا بسطنا كفنا للعابرين وزرعنا ابتسامة على شفاهنا 

نحن فيما مضى كنا  لانملك الا أقلاما وحناجر لنكتب ونغني بها وجعنا  كان بمقدورنا أن نُعلم العالم كيف نستطيع الطيران ونحن نقف على الأرض 

هل رأيت يوماً كيف انفجرت ثورتنا ورداً وشعراًوأصواتا شجية , أم أنك رأيت كيف انتشلنا أشلاء أحبتنا من تحت الأرض تحت قطرات المطر ألم يكن هذا شاعرياً .. أم أنه ألمٌ فقط 

هل رأيت شقائق النعمان وشجر اللوز و الزيتون وخيرات أرضنا أم أنك التففت بوجهك  الى شقائقنا في الخيام التي أذهبت جمال عزنا وأضاعت غربتنا نسبنا  

نحن يا اسطنبول مجهدون من الحب نحن باليوم نحب بلدنا ألف مرة لكنك جميلة جدا لامهرب منك تحاصريننا بزرقة البحر أينما اتجهنا  تأخذين حييزاً من القلب وتخيلي لو أننا فتحنا باباً جديداً لديك كم سندفع  ؟ يا مزاجية الهوى والروح 

يُقال أن في أضوائك الصفراء المتدلية من الأشجار  وكراسيك الملونة المنتشرة في الطرقات هي سعادة البسطاء لكن من اعتاد ارتشاف الشاي من ساحلك ستغدو سعادته مُتعبة ومسائه طويل على أن تكون الحياة ملونة مثلك 

انت كالسمفونية العريقة تسمعين لأجيال طويلة  لكني  أعزف على نوته منفردة انت لك لحنك الخاص وأنا عالقة في لحن دمشقي أشبه بمن يريد أن يخبرك كل شئ ولا يستطيع , اسطنبول لن أترك شارعاً فيك الا وسألقي السلام عليه لأنني اليوم أعرف معنى الانتظار المفلس الحزين لو كنت أعلم أنني سأغادر مدينتي كل هذا الزمن لحضنت جدرانها طويلا جداً 

يخبرنا العابرون أن القلوب تتشكل حسب وجه الأشخاص التي نحب أن نلقاها في طرقاتنا قد نتخطاها وقد تتخطانا لكن لابد من أن تترك وقعا في داخلنا لا أريد للحروف أن تصبح عبئاً ثقيلاً عليك ان مايجعلنا متشابهين ياحلوة  أننا جميعاً متفقون على الأمل 

English

The night was full of summer clouds, consoling the loneliness of the exiled and enchanting the visitor. Istanbul was the warm place which spreaded its wings to embrace the strangers inhabiting it. Istanbul did not know racism. All the tourists eat from its bread; so you can’t stand in front of a seller of the Turkish bagel (simit) without saying “one, please?”. Learning this gentle question was enough for us refugees in the eyes of Istanbul.

Istanbul’s weather is like an angry mother who does not like any behavior of her children, but is kind, forgiving them quickly. It is almost like Istanbul knows that under its sky are people who have been exhausted by the long roads. It gives them another chance to calm down a bit.

I am from Damascus. We are used to seeing a small sky from inside our cozy houses. We are accustomed to identical days with much laughter. We are not used to Istanbul’s ups and downs, running for long distances in between its streets, which are much more tiring than wandering in the alleys of old Damascus. But Istanbul should know that we have learned the skills of speaking, patience, stability, and hope after all the misery we have experienced, something that no university can teach.

We were standing bravely when the circumstances forced us to say where we are from, again and again. “I am Syrian” (Suriyeliyim), we answered. Istanbul should know how patient we are, in the face of the absence of our relatives and the death of companions, and despite the fact that the entire world had let us down.

Istanbul should know that we have faced death but the human being inside us is not dead yet. We have the humanity and compassion that make us buy bread for the seagulls, feed a dog with our own food, smile to the walking cats in the streets, and applaud the talents of the street musicians and artists on the sidewalks. The days are heavy for those who left their homes and countries. After all, we did not come here through self-determination, but through exile. But in spite of this, we have come to others’ aid by extending our hands and we drew a kind smile on our lips.  

In the past, we only had pencils to write and throats to sing about our pain. We were able to show the whole world how we can fly while we were standing on the rock bottom.

Have you seen how our revolution exploded with roses, poetries, and melodic voices? Or have you looked at us only when we were pulling the shreds of our beloved ones from below the ground under the raindrops? Was this poetic to you? Or was it just painful?

Have you ever seen the anemones, almond and olive trees and the other bounties of our land? Or did you turn your face to us only to see the images of our brothers and sisters, trying to survive in the tents? Images that erase the beauty of our pride and our power that let us lose our entire lineage.

Istanbul…

We are exhausted with love. We express our love to our country thousand times a day, but you are so beautiful that there is no escape. We are surrounded by the blue color of your sea wherever we go. Under your yellow lights hanging from the trees and on your colorful chairs scattered in the streets are the happiness of the simple people, people sipping tea near your coast. Their happiness will dissipate in the face of the long nights, unlike your ever awaken, colorful self. 

You take up a space in our hearts, such that it scares us. Imagine if we opened ourselves to you and got too carried away with our love for you. How much will we have to pay then? Because our love seems to have a cost. Oh, even our passion and spirit is pessimistic…

You are like the ancient polyphonic symphony; you have been hearing all the voices of long generations. But I play a single note. You have your own melody and I am stuck in a Damascene tune, like someone who wants to tell you everything but just can’t. 

Istanbul, I will never leave your streets. I will always salute them. Because, today I know that hurry is a sad, shattered philosophy. If I knew that I was going to leave my city, Damascus, I would have hugged each of its walls for hours.

The ephemeron shows us that the hearts are formed through the faces of the people with whom we love to meet on the paths of everyday life. We may skip them, or they may skip us, but they surely leave an effect on us. I do not want my letters to be a heavy burden on them. What makes us similar, my dear, is that we all agree on hope.

Turkish

Gece, göçmenlerin yalnızlığını teselli eden ve ziyaretçileri büyüleyen yaz bulutlarıyla doluydu. İstanbul, içinde yaşayan yabancıları kucaklamak için kanatlarını açan sıcak bir yerdi. İstanbul ırkçılık nedir bilmez. Tüm turistler ekmeğinden yemek yer; bu yüzden “bir tane, lütfen?” demeden simit satıcısının önünde duramazsınız. Bu nazik soruyu sormayı öğrenmek mülteciler olarak yeterliydi bizim için.

İstanbul’un havası, çocuklarının davranışlarından hoşlanmayan, ama onları çabucak affeden öfkeli ama yufka yürekli bir anneye benzer. Sanki gökyüzünün altında uzun yollardan tükenmiş insanlar olduğunu biliyor ve biraz sakinleşmek için bize bir şans daha tanıyor…

Şamlıyım. Konforlu evlerimizin içinden küçük bir gökyüzü görmeye alışkınız. Kahkahalarla dolu, birbirinin aynı geçen günlere alışmışız. Ama eski Şam’ın sokaklarında dolaşmaktan çok daha yorucu olan, bol yokuşlu sokakları arasında uzun mesafelerce koşturmayı gerektiren İstanbul’a alışkın değiliz. Ama İstanbul bilmeli ki, yaşadığımız tüm sefaletten sonra, hiçbir üniversitenin öğretemeyeceği yetenekleri öğrendik, konuşma, sabır, istikrar ve umut gibi…

Koşullar bizi tekrar tekrar nereli olduğumuzu söylemeye zorladığında cesur durduk. “Suriyeliyim”, dedik. İstanbul bilmeli ki, akrabalarımızın yokluğu ve yoldaşlarımızın ölümü karşısında sabırla durduk, dünya bizi yapayalnız bırakıp hayal kırıklığına uğratsa da…

İstanbul bilmeli ki, defalarca kez ölümle burun buruna geldik, ama içimizdeki insan ölmedi. Şefkat ve insanlığımızla martılar için ekmek aldık, kendi yemeğimizle bir köpeği besledik, sokaklarda yürüyen kedilere gülümsedik ve kaldırımlardaki sokak sanatçıların yeteneklerini alkışladık. Evlerini ve ülkelerini terk edenler için günler ağır geçer. Ne de olsa, buraya kendi kaderimizi belirleyerek değil, zorunda olduğumuz için geldik. Ancak buna rağmen, ellerimizi uzatarak başkalarının yardımına koştuk ve dudaklarımıza bir gülümseme çizdik.

Geçmişte yazmak için sadece kalemlerimiz ve acımız hakkında şarkı söylemek için ses tellerimiz vardı. En dipteyken nasıl uçabileceğimizi tüm dünyaya gösterebildik.

Devrimimizin güller, şiirler ve melodik seslerle nasıl coşkulandığını gördünüz mü? Yoksa bize sadece yağmur damlaları altında sevdiklerimizin parçalarını toprağın altından çıkarırken mi baktınız? Bu size şiirsel mi geldi? Yoksa sadece acı verici mi?

Hiç anemonlarımızı, badem ve zeytin ağaçlarımızı ve ülkemizin diğer lütuflarını gördünüz mü? Yoksa yüzünüzü sadece kardeşlerimizin çadırlarda hayatta kalmaya çalışırkenki görüntülerine bakmak için mi çevirdiniz bize? Halbuki bu görüntüler nice neslimizi kaybetmemize sebep olan gurur ve gücümüzün güzelliğini siliyor.

İstanbul… Biz sevmekten bitap düştük. Sevgimizi ülkemize belki günde bin kez ifade ediyoruz, ama o kadar güzelsin ki senden de kaçamıyoruz. Nereye gidersek gidelim, senin denizinin mavisiyle çevriliyiz. Ağaçlardan sarkan sarı ışıklarının altında ve sokaklara atılmış rengarenk sandalyelerinin üstünde basit insanların mutluluğu var, sahillerinde çaylarını yudumlayan insanlar… Onların mutlulukları, senin hep uyanık ve renkli karakterinin aksine, uzun gecelerin karşısında yorgun düşecek. 

Kalplerimizde bizi korkutacak bir yer kaplıyorsun. Kendimizi sana açtığımızı ve sana olan sevgimize kaptırdığımızı bir düşünsene! Karşılığında kim bilir ne tür acılar çekmemiz gerekecek? Çünkü bizim sevgimizin hep bir maliyeti oldu. Ah, tutkumuz ve ruhumuz bile karamsar…

Antik bir polifonik senfoni gibisin; uzun kuşakların tüm seslerini duyageldin. Ancak ben tek bir nota çalıyorum. Senin kendi çoksesli melodin var ama ben bir Şam melodisinde sıkışıp kaldım, sana her şeyi söylemek isteyen ama bir türlü söyleyemeyen biri gibi…

İstanbul, senin sokaklarını asla terk etmeyeceğim. Onları her zaman selamlayacağım. Çünkü, bugün aceleciliğin üzücü, virane bir tavır olduğunu biliyorum. Şehrim Şam’dan ayrılacağımı bilseydim, duvarlarının her birine tek tek, uzun uzun sarılırdım.

Bu dünyaya dair olan her şey bize kalplerimizin gündelik yollarda karşılaşmayı sevdiğimiz insanların yüzlerinden oluştuğunu gösteriyor. Bazen onları es geçebiliriz ya da onlar bizi es geçebilirler, ama kesinlikle üzerimizde bir etki bırakırlar. Kelimelerimin onlara ağır bir yük olmasını istemiyorum. Bizi benzer yapan şey, canım, hepimizin umut üzerinde hemfikir olması.